Hastalıklarımızın Kaynakları - Kadınlar Güzeldir
Bireysel Gelişim

Hastalıklarımızın Kaynakları

Psikolog Bilun Altunlu Armağan

Batı   tıbbı hastalıklarımızın  nasıl geliştikleri  hakkında  açıklama getirmiş ve mantıksal reaksiyon zincirlerini sebep sonuç ilişkisi ile  betimleyerek  anlaşılabilir şekilde sunmuştur. Ancak  tam olarak hastalıkların kaynaklarını ortaya koyamamıştır. Fakat unutmamalıyız ki tedavi konusunda  her geçen gün artan olanaklar sunmaktadır ve bizim hastalandığımızda ilk başvurmamız  gereken  kişiler  tıp doktorları  olmalıdır.

Benim burada açıklamaya çalışacağım bilgiler tüm hastalıklarımız oluşmadan önce zihnimizde yani ruh dünyamızda ve beden enerji sistemimizde nasıl  başladığını  tespit  ederek önleyici bir anlayış  geliştirmektir. Hastalanmadan çok önceki aşamada özellikle spritüel  tıp  ve  enerji  tıbbı  büyük  önem  kazanmaktadır.

Son zamanlarda bu durum daha çok  gündeme  gelmeye  başlamıştır. Özellikle enerji tıbbı ve bunun zihinsel  enerjilerle bağlantısını net bir şekilde ortaya koyan bazı enerji  uzmanlarının kitapları Türkçe’yede    çevrilerek halkın bilgisine  sunulmuştur. Örneğin: DonnaEden’ın  ‘’Enerji Tıbbı ‘’ kitabı ve  BarbraBrennan’ın ‘’ Işığın  Elleri ‘’ kitabı dikkat  çekicidir.

Bu yazımda düşünce  kalıplarının , inançların ve bilinçaltı zihnimizdeki atalardan ve geçmiş  yaşamdan gelen  karmaların hastalıkların tohumlarını nasıl ektiği ile ilgili açıklama getirmeye çalışacağım.

1.  Öncelikle  karmik  hastalıklarabaktığımızda  , derin benlikten taşınan  toksik inanç ve düşüncelerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Genellikle çok  küçük  yaştaki hastalarda görülmektedir. Bu  onların hayat  buldukları  bu  yeniyaşamda, geçmişten gelen (geçmiş yaşamlardan) bazı durumları başlangıçta tamamlamaya çalıştıklarını göstermektedir.

Dünyaya geldikleri aileye de farklı bir bilinç ve anlayış geliştirmelerini sağlamak içindir. Beden  ruhun ifadesidir ve bu durum sadece  ruhun ilk aşamada çok ufak yaşlarda beden üzerinden kendini dışa vurmaya  ve dünya boyutundaki yaşamı deneyimlemeye başlamasıdır. Kısaca genelde 0-9 yaşlarına  kadar yaşanan hastalıklara karmik hastalıklar diyebiliriz.

İmplisit hafızamız da  yer alan geçmiş yaşam anıları ile ilintili  olduğu düşünülmektedir.Ancak psiko genetiğimizde yer eden bazı aile bireyleri  veya atalarımızdan bize miras kalan toksikanı , düşünce , inanç ve duyguların tesiri ile de kendimize hastalık ve rahatsızlık yaratabiliriz. Bunu da karmik hastalıklar içinde sayabiliriz. Örneğin atalarından biri savaşta kolunu  kaybetmiş birisi bunu psişik miras olarak aldı ise o kolunu kazada  yaralayabilir veya kangren olabilir ya da o kolundan ciddi hastalıklar yaşayabilir.

2.  Karmik hastalıkların dışında en sıklıkla  karşılaştığımız hastalık kaynaklarının başında ‘’Zihinsel Yaratıcılık ‘’ gelir. Zihnimizde   hastalıklar ve onların bize yaşatabileceklerine odaklanarak kendimizde bir çok  bedensel   güçsüzlükler ve  hastalık koşulları  yaratırız.

Örneğin bazı hastalıkların sonucunda  ölmüş yakınlarını gördükten sonra  aynı hastalıkları yaşamaktan çok korkan birisi  bu korkuya odaklanıp o düşünceleri  beslerse bu düşünce kalıbı da sonunda  hayatında oluşmaya başlar ve korktuğu hastalık o’nu bulur. Bu durumu kuantum fiziği dalga/ parçacık ilkeleriile  belirli bir şekilde açıklamaktadır.

Kişinin zihninde oluşan vazgeçemediği düşünce kalıplarının  bir çeşit süptil /ince enerji niteliğinde olduğunu biliyoruz. (Bu durumu Kültür Üniversitesi Yayınlarının bastığı ‘’Empati’’ kitabında yer alan Enerji Psikolojisi ve Empati adlı yazımda daha ayrıntılı açıklamıştım.) Bu enerjilerin belirli  frekansta  titreştiğini ve aynı frekansta titreşen başka bir realiteye veyaan’a  dönüştüklerini de artık açıklayabiliyoruz. Böylece hayatımızı an be  an  biz oluşturuyoruz. Aslında şunu söyleyebiliriz ki dışarıda hiçbir şey yoktur.

Kendi dünyamızdaki her şeyi biz an be an yaratırız. Yani bizim zihnimizin holografik yansıması sadece bedenimiz değildir. Yaşamımızdaki realite olarak algıladığımız  her şeyde  bizim  zihnimizin holografik yansımasıdır. Dolayısı ile  zihnimizin derinlerindekileri fark edip, temizlemeli/ dönüştürmeliyiz ki yaşamımızın  hastalık gibi hoşumuza gitmeyen  realiteleri de dönüşsün. Biz  daha  mutlu verimli  ve  potansiyellerimizi  hayata geçirebildiğimiz  yaşamlar yaratabilelim.

Hastalık yaratan bir diğer yansıma kaynağı ise kişinin yaşamında  başka  bir stres yaratan olayı bertaraf etmek  için kendi bedeninde hastalık oluşturmasıdır.. Örneğin iş yerinde çok önemli  vezor  olabilecek  bir dönemi atlatıp  yüzleşmemek adına  kişi çok ciddi bir grip virüsüne yakalanarak yataklara düşebilir. Derin benliğinde  böylece  problemi savuşturduğuna ve sorunların  bittiğine  inanmayı seçebilir.

3. Bir  diğer  zihnimizdeki  hastalık  yaratma  kaynağı  ise  yaşamımızın farklı  dönemlerinde  içimizde   mutlak  gerçeğe  dönüştürdüğümüz  kararlar ve düşüncelerdir. Bunları genelde  çok  ufak  yaşlarda  benimseyip, bilinçaltının  derinliklerine itip, yaşamımızın  önemli kader  noktaları haline getirebiliyoruz. Bu kararlar  çoğunlukla  başkaları ile  ilişkilerimize, kendimiz  ile veya  hayat ile  ilgili ilişkilerimize  bağlı  gelişir. Bu kararların bir çoğu  ailemiz  ile  kurduğumuz ilişkilerde oluşmaktadır.

İlk çocukluk dönemimizde anne ve babamız bizim için Tanrı gibidir. Onların sevgi ve onayını almak için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Bazen onları içselleştirip onlara dönüşerek , bazen onların beklediği  gibi olmaya  çalışarak ve olamadığımızda  ise  kendimiz ile ilgili yüzlerce olumsuz  inanç geliştirip bunları bilinçdışı  zihnimizde  tutmaya uğraşırız.

Otomatik  bir bilince  dönüşen  tüm bu karar, düşünce ve inançların bize  hissettirdikleri  ise   beden duyumlarına  ve daha  sonrada  çeşitli hastalık ve rahatsızlıklara dönüşebilir. Hastalık ve rahatsızlıklarımızın  zihinsel ve duygusal nedenlerini anlamaya çalışırken , kendimiz ile ilgili çok şey öğreniriz ve farkındalığımıza  önemli katkısı olur. 

Her hastalık veya hastalık belirtisinin  bize önemli mesajları vardır. Tabii ki bu tamamen kendimizi  değiştirmeliyiz anlamına gelmez , ancak  bize bazı tutum, yaklaşım ve davranışlarımızı gözden geçirmemiz  ve potansiyellerimizi doğru yönde kullanmamız gerektiğini  anlatır.

Örneğin çabuk kızan, sabırsız ve agresif tepkiler veren bir kişinin  bu yönlerini olumsuz anlamda  kullandığında hem bedeni , hem hayatı ve çevresi negatif yönde etkilenecektir. Eğer yerinde ve zamanında bu yönlerini kullanabilirse, çok daha  olumlu sonuçlar alabilir.

Sonuçta hiçbir kişilik parçamız , yönümüz  kötü/ olumsuz değildir, ancak olumsuz sonuçlar verecek  yönde kullandığımızda ‘’ kötü özelliğe’’ dönüşürler. Bu  durumda  ilk  olarak  kendimizi olduğu gibi kabullenmenin  ve sevebilmenin  bizi mutlu , huzurlu ve sağlıklı bir hayata hazırladığını anlamalıyız.

Öncelikle şunu belirtmeliyim  hastalandığımızda  veya  kendimizi gerçekten  hasta hissettiğimizde mutlaka bir tıp doktoruna  başvurmalıyız. Teşhisimizi öğrenmeli ve onun  bize  ne önereceğini  duymalıyız. Ancak  ondan  sonra ne yönde ilerleyebileceğimize kendimiz karar verebiliriz.

Unutmayın sizin bedeniniz ve sizin  kontrolünüzde, bunun için doktorunuza soru sorun, hangi ilaç, yan etkileri nedir vs……. Bize uygulanan tedavilerde bize  kendimiz hakkında ipucu verebilir. Örneğin bize reçete  edilen  tedaviler ağız yolu ile  alınan ilaçlar ise hastalığımızın kaynağı daha  çok geçmişte  başımıza gelenler ve geçmişi bırakamamamız  ile ilgili  olabilir. Deri yolu ile alınan ilaçlar  ise problemin daha çok  duygusal sebeplerden kaynaklandığı  düşünülebilir. O anda yaşananlara  tepkidir.

Solunum  yolları  ile kullanılan ilaçlar  bize daha çok  önerildi  ise o zaman  hastalığın kaynağı zihinsel olabilir ve gelecek korkusu diye tarif edebiliriz.

Ayrıca  hastalandığımızda  kendimize sormalıyız. Bu hastalık oluştuğunda hayatımda  ne oldu ? veya  farklı gelişen nedir ? Hastalığımız bedenimizin hangi  bölümünde ortaya çıktıysa, o beden bölümünün bedenimdeki işlevi nedir ? Yani beni ne yapmaktan alıkoyuyor ? gibi sorular bize hastalığımızın  kökenleri hakkında ipuçları verebilir.

Eğer bir kaza sonucunda bedenimizin bir bölümünde  işlev kaybı varsa, o zaman  bu beden parçasına yüklenmiş  olan suçluluk  duygumuz  var olabilir.

İnsanoğlu suçlu hissettiğinde kendini cezalandırır. Buhastalık, kaza, bela şeklinde kişinin hayatında yer alabilir. Suçluluk kendimizi  otorite karşısında savunamamaktan hatalarımızla yüzleşememekten  yanlışlarımızı  kabul etmemekten ve gizlediğimizde de  onları hemen kişiselleştirmekten kaynaklanır.

İnsanlığın şu anda  yaşadığı kaos , savaşlar ve dünyaya verdiği zararın derinliklerinde  kollektif  bilinçte yer alan ‘’ SUÇLULUK ‘’ duygusu vardır.

Hastalıklarımızın bedenimizin sağ ve sol yarısında oluşuyor olması da  önemli bir belirti olabilir. Bedenimizin sağ tarafı ‘’erk prensibini ‘’ temsil eder. Erk  prensibi gücü , etkenliği , cesareti , yüceliği , yiğitliği, adaleti, isteği , mantığı , azmi , organize olmayı ve eyleme geçmeyi temsil eder. Var oluşumuzun bu tarafı  babamızdan etkilenir. Bu durumda sağ tarafımızda oluşan bir rahatsızlık varsa  baba ilişkimizdeki unsurlara bakmak bize yol gösterir. Bedenimizin sol tarafı ise ‘’ dişi prensibi ‘’ temsil eder.

Dişi prensip  yumuşaklığı , esnekliği, güzelliği, estetiği, absorbe etmeyi, güzel sanatlar ve edebiyata yatkınlığı , müzik ve uyumluluğu temsil eder. Bu tarafımız  sezgilerimizin ve yaratıcılığımızın geldiği becerilerimizin  yeridir. Varlığımızın yaratım ve karar verme halidir.

Bedenimizin sol tarafındaki bir rahatsızlık bize anne ilişkilerimizdeki bazı unsurların işlev bozukluğunu anlatabilir. Bu prensipleri  baba  ve  annelerimizden miras  alır ve onlardan öğreniriz. Anne, babamızın bu rollerdeki sıkıntıları bizi bire bir etkiler. Ancak var oluşumuzun bu iki tarafı da uyumlu  işlediğinde biz huzurlu ve mutlu hissederiz.

İşte bedenimiz bazı sorunlar çıkardığında bu iki prensip gereklerini uyumlu bir şekilde hayata geçirememişizdir. Bu prensiplerin mimarları da   anne ve babamız olduğunu bilerek onlarla ilişkilerimize  bakmak  bize hastalıklarımızı tedavi ederken çok destek  olacaktır.

Anlaşılan bedenimiz sıra dışı ve mucizevi  bir araçtır. Bize beden duyumları, rahatsızlıklar ve hastalıklar yolu ile sürekli kişiliğimizin ruhumuz üzerindeki etkilerini mesaj olarak iletir. Bu şekilde bakmayı benimsediğimizde iyileşme ve tedavi süreçlerimiz hızlanır ve tamamlanır.

Çeşitli beden bölgesi  ve  organlarımızdaki problemlerin zihinsel ve duygusal köklerini araştırırken  , yedi tane enerji merkezimizin / çakra bize yol  gösterebileceğini düşünerek bedenimizi bu 7 bölgede inceleyebiliriz.

Bunlar kök çakra / bedenimizin alt bölgesi , cinsel çakra/ bedenimizin karın bölgesi , mide çakrası ( solar plexus) / bedenimizin orta bölgesi , kalp çakrası / bedenimizin kalp ve üst torso bölgesi , boğaz çakrası / bedenimizin boğaz , boyun , ense bölgesi , üçüncü göz çakrası / bedenimizin yüz bölgesi ve son olarak taç çakra/ bedenimizin kafa ve tepe bölgeleridir.

1-) Bedenimizin alt bölgesi ;  kalçalarımızdan başlayıp, ayak parmak ucuna kadar olan  uzuvlarımızı kaplar. Bu bölgede problem yaşayanlar  yani (kalça , bel alt  bölgesi baldırlar, bacak, bilek ve ayaklar ile ilgili sorunlar)  materyel  ve fiziksel bütünlüğüne zarar gelebileceğinden korkan kişilerdir.

Kendilerini izole ve dışlanmış / terkedilmiş  hissedebilirler. Problemleri  ile   baş  ederken   sadece  kendilerinin yapması gerektiğine inanır ve yardım almazlar.

Ayaklarımız bizi toprağa , toprak  Ana’ya  kök  salmamızı sağlayan uzuvlarımızdır. Ancak  bu kişiler  oradan nasıl  besleneceklerini  bilemezler. Hayatlarında kendileri için bir amaçları yokmuş gibi davranırlar , varsa da hayata geçirmeye çok korkarlar.

Güvenlik onlar için en önemli unsurlardandır ve güvenliğin dışarıdaki etkenlerle sağlanacağına inanırlar. Böylece kişilere veya nesnelere bağımlıdırlar.

Gelecekte olacaklardan  korkarak ,  güvenlikte  hissetmenin çok önemli olduğunu düşünerek , her ne yapıyorsa , yaptığı işe tedirginlik ,endişe ve olumsuz duygular katarak yaşayan kişilerde sık sık rastlanan problemler;

·    Ayak, bilek ağrıları.

·    Dizde   sorunlar, hoşgörü ve esneklikten yoksunluk.

·    Varisler / selülitler.

·   Ayak parmaklarında farklı sorunlar.

·   Geçmişteki  sorunlardan  kendini  soyutlayamayanlarda  ise kalça ve kaba etlerde rahatsızlıklar oluşur.

·    Kuyruk sokumunda sorun yaşayanların ise bir başka kişiye  bağımlı olduklarına kendilerini inandırmaktır. Kendi güçlerini fark etmez diğerinin bağımlılığını kendine aitmiş gibi algılarlar.

İç organlara göz gezdirdiğimizde  hastalık olarak  en çok rastlananlar;

·     Hemoroit problemleri genellikle gerginlik baskı altında olanlarda daha çok ortaya çıkabilir.

·   Anal bölgedeki nodüller , kistler veya kanamalar ise geçmişteki bazı olaylara yoğun kızgınlık veya kişinin kendine dönük kızgınlık ve suçluluk duygularını gösterebilir.

·   Böbrek üstü bezlerdeki sorunlarda benzer şeylerden oluşmakla birlikte hayat amacını bulamayan / fark edemeyen kişilerde daha çok ortaya çıkar.

2-) Bedenimizin karın ve sırt bölgesi yaratıcılığımızı fiziksel anlamda ifade ettiğimiz çok önemli bir parçamızdır.Cinsel çakra bölgesi diye de tarif edebiliriz. Bu bölgedeki aktiviteleri sadece  dürtüsel  bir fiziksel tatmine yönelttiğimizde tanrısal ve yaratıcı özelliklerini duygu ve duyumlarımızda yaşayamayız.

Bu bölgede özellikle karın vegenital organlarda sorunlar yaşayanların kendi hayatlarını yaratmaktan çok başkalarının hayatlarını yaratmaya  çabalayanlar olduğunu düşünebiliriz. Kendilerinden emin olamazlar, başkalarının onların üzerinde yoğun bir yaptırım gücü olduğuna inanırlar. Bu yüzden kendilerini çoğu  kişinin karşısında  ve çoğu durumda YETERSİZ hissederler. 

Zaman içinde bu durum sürekli bir tedirginlik ve korku yaşamalarına sebep olur.  Dışarıdan gelen uyaranlara çok fazla açık olurlar. Ayrıca cinsel dürtüleri ve hatalı buldukları cinsel eğilim ve yaşantılarından dolayı suçluluk hissedenlerde de bu bölgede çeşitli hastalıklar oluşabilir.

Sırtın alt bölgesi , yani bel bölgesinde rahatsızlıkları olanlar materyel dünya  ve  yaşam ile ilgili pek çok  kaygısı olan insanlardır. İş yaşamları ile ilgili gereksiz  endişe ve kaygıları olur. Bu kaygı ve endişeler sürekli bir hal aldığında yaşam sevincini kaybederek hüzünlü bir ruh hali yaratır. Sonuçta da bu durumun fiziksel  oluşumunu  bel bölgelerinde yaşarlar.

Desteklenmediklerini düşünürler ve herkesi taşıdıklarına inanırlar. Gerçekte birileri onları sürekli taşısın   isterler  ve çevresindekileri domine etmeyi ve dediklerini yaptırmayı severler. Esnek ve anlayışlı  değildirler.

Her şey kendi yöntemlerine göre yapılsın istediklerinden , kendileri her şeyi yapmaya kalkışırlar. Genellikle  bir şeylere sahip oldukça da  daha değerli olabileceklerine inanan insanlardır.

Siyatik siniri sıkışarak bir nevraljisi olanların ise gelecek ve maddiyat ile ilgili korkuları olabilir. Kendilerine güvende hissetmenin tek yolunun daha fazla imkanlara sahip olmak yerine kendi iç kaynak ve yeterliliklerine  güvenmelerinin geleceklerini daha güzel  şekillendirebileceklerine inanmalarıdır. Bu bölgedeki ‘’disk kayması’’ rahatsızlığının derinlerinde ise yaşamda desteklenmediğini düşünen sürekli onaylanma ihtiyacı içindeki  kişilerinde oluştuğunu görebiliriz.

Kendi kararlarından emin oldukça daha güçlü bir sırtları gelişebilir. Umutsuz ve dünyanın yükünü taşıdığına inanan bireylerde ise skolyoz (omurga eğriliği) oluşmaktadır.

Karaciğer hastalıkları olan kişiler ise genelde başkalarını olduğu gibi kabullenmekte çok zorlanan (aslında onlarda gördüğü kendi parçalarını kabullenemeyen) ve sürekli yaşamından memnuniyetsiz , yargılayıcı ve eleştirel tiplerdir. En çok kızgınlık ve öfkenin biriktiği bir organdır.

Karaciğer de  bu duygular çok fazla yerleştiğinde kriz çıkarır. Karaciğer sorunları ayrıca sürekli mutsuz ve hüzünlü , gergin ve tahammülsüz ve de kıskançlık yaşayanlarda oluşmaktadır. Bu durumda olanların  öncelikle kendilerini kabul edip sevmeyi ve tüm yaşadıkları ile memnun kalmayı başarmaları gerekir. Şikayet etmeyi  bırakıp daha güzeli yaratmak için uğraşmaları ve niyetlerini dürüstçe ortaya koymaları onlar için iyi olur.

Safra kesesi taşları ve sorunları ise kararlı olan ve aklında sürekli yapmak istedikleri olupta çevresi tarafından engellendiğine inanıp sürekli kendini zorlayan kişilerde görülebilir. Ancak diğer çözüm yollarından  korkarak , o’nu engelleyenlere müthiş öfke duyarlar  ve bu durum onların safra keselerini ve safra yollarını olumsuz olarak etkiler.

Hepatit ve sarılık gibi karaciğer rahatsızlıkları da  genellikle  öfke , intikam , aldatılma ve kin duygularının sonucu gelişebilir.

Mide problemleri yaşayanların genel tavrı  yeni fikirlere çok kapalı olup,  ikilikleri algılamayı reddetmek  olabilir. Belirsizliğe tahammül edemeyen kontrolcü ve kaygılı kişiliklerdir. 

Kararsızlık , öfke duyguları ile karıştığında kişiye mide bölgesinde çok rahatsızlık , gastrit , ülser , mide yanması gibi yaşatır. Açıkçası yeni oluşan durum , tutum ve davranışları hazmedememekten kaynaklanan çeşitli enflamasyon durumlarının sonucu  bu tür kronik hastalıkları yaşamaktır. Esneklik , olumlu tarafa odaklanmak , hoşgörü , yaşananların sevgi yanını keşfetmek bu tip rahatsızlıkların üstesinden gelirken önemli katkıda  bulunabilir.

Zehirlenmelerde kişinin kendi düşünceleri ile ilgili olabilir. Toksik  ve zehirli  düşüncelere sahip olanlar yediklerine karşı daha  hassas olup çabuk etkilenebilirler. 3-5 kişi aynı yemeği yiyip de sadece  birinin zehirlendiği durumların  psişe  üzerinden  açıklaması olarak bu durum kabul edilir.

Zihnimiz tarafından en çok etkilenen organlarımızdan Pankreas ayrı bir önem taşımaktadır.  Sadece insülin salgılanmasından değil , ayrıca kandaki şeker seviyesini de  dengeleyen tek organımızdır. Pankreas ‘ın  işlevlerini yerine getirmediğinde oluşan ‘’hipoglisemi’’ önemli bir rahatsızlıktır. Altında yaşam sevincinden yoksun olmak ve yaşamdan keyif alamamak etkenleri yatmaktadır.

Hipoglisemik kişilerin yaşamın neşeli, keyifli taraflarını göremedikleri ve hayatlarını yeterince neşeli ve mutlu hale getiremedikleri  düşünülür.

Diyabette ise  kişilerin duygu dünyaları biraz  daha farklıdır. Hayatta sevgiyi  bulamadıklarına inanıp sürekli  bunu  arayanlardır. Genelde sevgiyi almakta  zorlanan insanlardır, içlerinde hep bir hüzün olabilir ve sevgiyi almayı hak etmediklerini düşünebilirler. Bu rahatsızlığı geliştiren kişilerin çareyi dışarıdan gelen bir uyarıcıya değil de kendi istek   arzularını gerçekleştirmenin çare olacağını anlamaları gerekir.

4-) Bu bölge kalp çakrası ile ilgili göğüs bölgesidir. Önden kalp , akciğer ve bronşların olduğu yerdir. Arkadan ise sırt , enseye kadar gelen 12 önemli omurganın , omuzların kollar ve ellerin bulunduğu alandır.

Kalp enerjisinin  sevgi tarafından beslenmesi gerekir ve ne zaman ki  hem kendine , hem de başkalarına karşı  eleştiri , yargılama ve beğenmeme , sevgi duyamama gelişir, o zaman bu  bölgede problemler oluşabilir. Bütün kalp problemleri mutluluk ve neşenin hissedilmediği  durumlarda gelişir. Kalp problemleri olan kişilerin  kendilerini ve başkalarını affedip , sevgi vererek iyileşmeleri daha kolaylaşır.

Kalp krizi geçirenler çoğunlukla ya parayı ya da gücü kendilerinin önüne koyarak kalplerinin sevgi alma ve verme ihtiyaçlarını önemsemeyenlerdir.

Omuz ve sırt ağrıları ve hastalıkları ise bir çoğumuzun  bildiği gibi kendimize ait olmayan sorumlulukları yüklenmek ile ilgili olabilir. Sırtlarından sorun yaşayanlar bir çok sorumluluğu yerine getirirken, bunları başkalarından karşılık bekleyerek yaptıklarını fark edemezler.

Yeterince  karşılık alamadıklarını düşündüklerinde ise kızgınlık ve  öfkenin de yükü  omuzlarına biner. Sevgi dilleri daha çok karşısı için bir şeyleri yapmak ve o’na yapılmasını beklemek ile ilgilidir. Duygusal alışveriş dengesini bulabilmeleri onların bu sorunu aşması için iyi bir adım olacaktır.

Omuz ağrıları ise yine  kendine ait olmayan veya zorunlu bırakıldığına inandığı yükleri taşıyanlarda veya herkesin  mutluluğundan , iyiliğinden kendini sorumlu tutanlarda sık karşılaşılan bir durumdur.

Kollarımıza   gelince  çalışmak ve kucaklamak  için en çok kullandığımız uzuvlarımızdır. Kucaklamak derken sadece insan veya hayvanları değil yeni bir durumu da  sembolik   olarak kollarımız ile karşılarız.

Kollarda ve ellerdeki  sorunların kaynağı kişinin yaptığı işi sevgiyle  değil,  ancak  olumsuz duygularla yerine getirdiğini gösterebilir. Bu durumda kişi ya  işini  değiştirmeyi  düşünmeli veya yaptığı işe farklı gözlerle  bakmayı denemelidir. Ayrıca belki kollarını  sevgiyle yakınlarını kucaklamak için kullanmayı deneyebilir. 

Kollarında rahatsızlık yaşayanların bir kısmı da   hayatta yaptığı işte  yeterli olmadığını düşünenlerde daha çok ortaya çıkar. Yaptıkları işlerle ilgili bunu düşünenlerin kendilerini  dışardan görmeye  çalışmaları ve başkaları benzeri işleri yaparken onları gözlemlemeleri belki kendilerinin de  onlar kadar veya daha iyi yaptığını fark ettirebilir.

Ellerdeki sorunlarda , kollardaki  problemlere çok benzer sebeplerden oluşur. Alma ve verme dengesini de  ifade eden eller ve kollar kalp bölgesinin uzantılarıdır. Bundan dolayı bu bölgedeki  rahatsızlıklar genellikle ‘’sevgi’’ alışverişindeki her türlü dengesizliklerin sonucudur.

Sol taraf daha çok almayı temsil ederken , sağ tarafta vermeyi anlatır. Sevgiyle alıp veremediğimizde veya sevgiyi hem kendimize alamadığımız ve de veremediğimizde kollar ve ellerimizde farklı sorunlar oluşabilmektedir.

Göğüslerde (memeler) hangi cinsiyet olursa olsun kişinin dişil enerjisini , parçasını temsil eder. Bu da fazla korumacı ve kollayıcı tutum sergileyen ve sürekli müdahale  eden bir tavrın temsilidir.  Böyle bir anne ile büyüyen erkekler yetişkinliğe geçişte annelerinin koruyucusu ve kollayanı olurlar. Kızlar ise  aynı tavrı eş veya sevgililerine sergilerler. Bu durumlarda daha çok kendi yanındaki  için kaygılanan , gergin , müdahaleci  ve kontrolcü  bireylere dönüşürken bu fiziksel olarak göğüs bölgesinde  farklı sorunlara yol açabilir.

Bedenimizin kalp çakra bölgesindeki önemli  hastalıklardan biri de damarlar ile ilgili olanlarıdır. Bu durum aynı zamanda kan değerleri ile ilgilidir.’’ Kan’’ yaşam sevincini temsil eden, kişinin kim olduğunu ve nasıl yaşadığını gösteren  en önemli bedensel  değeridir. Kan değerleri üzerinde  yediğimizin , içtiğimizin çok büyük etkisi görülürken , zihinsel ve duygusal yaşantımız da bir o kadar etkilidir.

Yaşamında daha çok hüzün , korku , öfke hisseden kendine yönelik yargılama/ eleştiri yapan kişilerde kan değerlerinde problem olacaktır. Özellikle anemi/ kansızlık veya türlü toksinin birikimi ortaya çıkacaktır. Eğer kişinin damar yolları kapalı ise, yaşamındaki sevginin azlığını veya yokluğunu da  belirler.

Kolesterol yüksekliği yaşama sevincindeki  blokajı temsil ederken, pıhtılaşma problemleri yaşayanların daha çok kendilerini  hayatta çok yalnız hisseden insanlar olabileceğini düşünebiliriz.

Yüksek tansiyon; sürekli olumsuz ve kaygılı düşüncelere sahip insanlarda bir süre sonra oluşan büyütme/ drama haline getirme  durumu geliştiğinde ortaya çıkabilir. Kızgınlığını bastırmaya , tutmaya çalışan kişilerde daha sık rastlanır. Yaşamını daha çok kafasında kurgulayıp , içinde yaşayanlarda daha sık görülebilir. Kişi ya bakış açısını farklılaştırıp meseleleri kafasında büyütmemeyi öğrenmeli ya da buna bağlı gelişen duygularını dışa vurmalıdır. Bu şekilde damarlarındaki gerilimin rahatladığını fark edecektir.

Düşük tansiyon ise genelde yaşamını mücadele gerektiren durumlarında baştan havlu atan kişilerdir. Yaşam enerjileri çabuk düşer ve nasıl olsa ben baş edemem diye denemeden pes ederler. Sorumluluk almak onları çabuk yorar , o yüzden kaçınırlar. Tabii  bu durum her düşük tansiyon  sahibi için geçerli olmayabilir. Çünkü bazı kişiler düşük tansiyon değerleri ile de kendilerini iyi hissederler. Belki de bu durum onlar için geçerli olmayabilir.

Solunum yolları ile ilgili sorunların en başında sıkça duyduğumuz ‘’ astım‘’ gelir. Farklı çeşitleri olan ve genelde çocukluk ve gençlik yıllarında ortaya çıkan bu hastalık rahat nefes alamamak ve boğulma duygusu ile ilgilidir.Genelde üzerlerine çok düşülerek büyütülen çocuklarda ,kişilerde olur.

Öncelikle  başkaları tarafından  değil de  daha çok kendilerinin yapmak istemedikleri tarafından boğulmuş hisseden kişilerde olur. Bazen de aileleri  çok fazla üstlerine düştüğünden bu ilgi ve alakayı hep tutmak amaçlı  bir bilinçaltı  dikkat çekme tepkisidir. Veya  çok müdahaleci ailelerde, beklenenleri yerine getirmek yerine , yaptırmak amaçlı bir tepkide olabilir.

Başkaları  tarafından  sevilmek istediklerinde de bu durum gelişebilir. Öncelikle kendilerinin en olumlu taraflarına odaklanarak kendilerini sevmeyi öğrenmeleri ve herkesin onları sevmeye mecbur olmadıklarını bilmeye ihtiyaçları vardır.

Akciğerlerde yaşanan sorunları ise genelde yaşamayı hak etmediğini  düşünen , hayatını olduğu  gibi kabul edip  götüremeyen ,  kaldıramayan yaptığı hiçbir şeye fazla ilgisi kalmayan ciddi depresyon belirtileri gösteren kişilerde oluşabilir. Anfizem şeklinde ortaya çıkan akciğer sorunları hayatından hiç memnun olmayan kişilerin kendilerinde yarattıkları bir hastalık olabilir.

Zatüree  daha çok   yaşamındaki bir çok şeyden yorgun düşmüş  ve sorumluluklardan  bıkmış kişilerde görülür. Bu yüzden yaşlıları daha çabuk tutabilir. Belirli yaşın üzerindeki insanların yaşlarını bir kenara bırakmaları ve hayattan tekrar zevk alabilmeleri önemlidir. Bunu yapmalarına en büyük engel yaşlarını düşünmeleri ve ruhlarının ihtiyaçlarını  göz ardı   etmeleridir. 

Yaşlarına  uygun  davranmamak ve gücü yettiğince hareket edip , bağlı oldukları aktiviteleri  sürdürmek onların  hayatı yeniden keyifli bulmalarını sağlayabilir.

Bronşit gibi hastalıklar ise kişiyi zorlayan ilişkilerin olduğu, artık iletişimsizlikten  veya agresif iletişim sonucu oluşan olumsuz atmosferden yada  dayanamayacaklarını düşündükleri aile çevresinde gelişir. Bu durumdan olumsuz etkilenen kişiler kendilerini artıkbitik, bıkkın, yılgın hissederler ve bu onları gerer ve özellikle bunu bronşlarında hissederler.

Boğaz , boyun , yüz ve baş bölgelerini kapsayan diğer 3 çakra  bölgelerinde oluşabilen hastalıkların duygusal sebepleri ile ilgili yazımı ilerleyen haftalarda okuyabilirsiniz.

Sevgiyle kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir